turancevik @ gmail.com

 

Baştan söyleyeyim bu yazdıklarımı hala bir kalbi olanlar okusun. Yaşayıp ta kalbinin yerini bilmeyenlere, ya da yüznumaranın kapılarında, kirlettikleri duvarlarda kalbini bırakanlara ne söyleyecek bir sözüm var, ne yazacak iki satır yazım var. Onlar yitirdiklerini, layık oldukları yerde arasınlar. Onlar ağlanacak hallerine gülmeye devam etsinler.

Zira insan için her şey kalpte başlar, kalpler mutmain olmayınca kimse huzur bulamaz. Her insanın kalbi kendi için bir Kâbe’dir. Kâbe,  makam, mevki, din, dil, ırk, cinsiyet gibi hiçbir dünyevi sınıflandırmaları kabul etmez. Orada huzur bulmak isteyenler, sevgiyle, aşkla, imanla, ihlasla yola çıkan yolculardır. Bu durum insan içinde geçerlidir. İnsanın içinden, sevgiyi, merhameti, , adalet duygusunu çıkarırsanız geriye pekte fazla bir şey kalmaz. 

Kadınları, tek kelimeyle tarif et diye bir sualle gelseler bana hiç çekinmeden, sevgi, merhamet, fedakârlık derdim. Yani insanlığın kalbidir kadınlar.

Ne yazık ki sevgisi çilesi, merhameti cefası, fedakârlığı yükü haline çok uzun zamanlardan beri gelmiş ve toplumun çok büyük bir bölümünde bu böyle devam ediyor. 

Kadınlar kendilerini ifade etmekte çok mahirdirler ancak, sağır, hissiz, dilsiz ve soğuk beton duvarların anlayacağı bir iletişim kanalı henüz keşfedilmedi olsa gerek çığlıkları ancak dört duvar arasında yankılanıyor. Kalplerini yüznumaraların duvarlarına, paraya, makama, sokak magandalarına, meze yapanlar duysa da hissedemiyor. 

Toplumun her katmanında gizli gizli ağlayan, gözyaşlarını içine akıtan on binlerce kadın işitilmeyi, fark edilmeyi bekliyorlar. Yitirdikleri hayatlarına ağlıyorlar.

 Eğitim eşitsizliğinden tutun, eşini seçme özgürlüğüne kadar birçok alanda yaşadıkları adaletsizliklere mi yansınlar. Yoksa severek evlendiği kocalarının,  cellatlarına dönüşmesine mi ağlasınlar. 

Gece boyu uykusunda her ana öldürülebilirim korkusuyla gördüğü kâbuslar yüzünden sessizce ilk kadınlar ağlar.

Bu dünyada cehennem azabı yaşayan gizli gizli ağlayan kadınlar, hayata tutunabilmek için bütün sevgilerini çocuklarına veriyor. Çocukları onların yaşama sebebi. Nerde bir kadın kendi hayatını tümden çocuklarına vakfetmişse orada gözyaşlarını içine akıtan bir kadın var demektir. Bastırılmış duyguların çocuklar üzerindeki izdüşümüdür sevgisi. Çocuklarının evlenip, o evden ayrılması işte kocasıyla baş başa kalması asıl cehennem azabının yaşanacağı günlerdir analar için. Çocuklarının gidişine ilk kadınlar ağlar.

Çocuklar, babaya getiremediği sitemleri, isyanları kolayca anaya dile getiriler. Hele bir de sen sus, sen ne anlarsın, ne bilirsin gibi haddini aşan büyük laflar incitir anayı. Yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmezler. Kimseye şikâyet edemez en sevdiklerini ilk kadınlar ağlar. 

Bir çift kelam için işten eve dönmesini sabırsızlıkla beklediği kocasının, arkadaşlarıyla kahve köşelerinde kurtlarını döküp, çekyatın üzerine devrilip yatıp, evde sus pus mafya dizilerine kendisini kaptırmasına bakarak, kendisinin yok sayılmasına ilk kadınlar ağlar.

Bir caniden kurtulmak için kaçabileceği bir yer, sığınabileceği bir liman, gizlenebileceği bir delik kalmadığında kendine değil bu acımasız, merhametsiz, vahşi dünyayı yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkaranların haline ilk kadınlar ağlar.

Yitip giden bir canın arkasından ilk kadınlar ağlar. “Ağlarsa analar ağlar, gerisi yalan ağlar.”