turancevik @ gmail.com

 Bu yazıyı yazarken bile, başlığına bakarak okuyacak sayısız insanın varlığından haberdarım. Hatta sadece başlığıyla yetinecek insan sayısı da bir hayli fazladır.

 Bir anlamda yazının başlığı içeriğinin reklamıdır, pazarlamasıdır. Hayatımızın her alanında olduğu gibi bir makalenin başlığı ulaştığı kişi sayısına, bir kitabın adı satış rakamına, filmin adı ve reklamı gişe hasılatına doğrudan yansıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ne söylediğinizi kimse dinlemiyor, neyi nasıl söylediğiniz daha çok müşteri buluyor.

 Önemli olan insanların algılarına hitap etmek, algılarını yönetmek. Algı yönetimine açık hale geldiğiniz andan itibaren artık hayatınızın kararlarını sizin aldığınız söylenemez. Ama siz, kararlarınızı kendiniz aldığınızı ya da seçimlerinizi kendiniz yaptığınızı düşünürsünüz. Bu neye benzer. Sulama arklarını kazanlar, yolunu rotasını çizenler, suyun nereye akmasını gerektiğine de karar verenlerdir aslında. Ama Su’ya sorsan kendi o arklardan aktığını zanneder. Buradaki su ,insan yani müşteri ,arkları açanlar büyük firmalar ,siyaset mühendisleri, büyük devletler ... vb.

 İşte algı yönetimi; başkalarının sizin adınıza aldığı kararları, sizin zevklerinize de hitap eden bazı renklerle ambalajlayarak sanki seçimi sizin yaptığınız görüntüsüdür. Sizi nerde, nasıl yakalayacaklarını iyi bilirler. Onlar avcı, siz avsınız.

 Her şeyin parayla ölçüldüğü, insanın bir müşteriye veya bir reklam kurbanına dönüştürüldüğü bu pazarda bir dakikalık reklam molası ruhumuza iyi gelecektir. İki elimizi avuçlarımızın arasına alıp, bir an için dış dünyaya kulaklarımızı, gözlerimizi kapatıp iç dünyamızın sesini işitmek huzur verecektir. Avcıların elinden, av olmaktan bizi kurtaracaktır.

 Kulaklarımıza fısıldanan sihirli cümlelere, gözlerimizi süsleyen geçici hayallere, nefsimizin bitmek tükenmek bilmeyen tamahkârlığına kapatalım. Daha fazla şeyin olması, seni mutlu yapmıyor. Mutluluk, iç dünyanın zenginliği ile ilgili, gönül dünyanın zenginliği ile ilgili, aza kanaat ile ilgili bir şey. “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı “diyor Yunus Emre.

 Modern diye tabir edilen bu çağın en büyük tuzağıdır reklamlar. Kitleler üzerinde yasal olarak denenen yeni afyonudur reklamlar. Bir kez onun tuzağına kaptırdınız mı kendinizi, artık onun hükmü altında varlığını devam ettirmekten kurtulamazsın. Marka bağımlısı, firma bağımlısı, tüketim bağımlısı, alışveriş merkezi bağımlısı, para bağımlısı olur çıkarsınız.

 Artık sizin farkında olmadan mabetlerinizde değişmiştir. Neye bağımlıysanız asıl mabetleriniz onlardır. Her gün size, parayı bankadan borç verenler, en büyük, en görkemli AVM’leri tavaf etmenizi salık verirler. Orada geçirdiğiniz zaman kadar, harcadığınız para kadar mutluluk bahşederler size.

 Bir göbek öncesi atasının, dedesinin adını bilmeyen on beş yaşında ki, yirmi yaşındaki gençler size rahat 300 tane marka ismi sayabilirler. Cami’nin yerini, Kilise’nin yerini, Havra’nın yerini bilmeyenler size modern dünyanın mabetleri konumuna gelen AVM’lerin yerini navigasyondan daha iyi tarif ederler.

 Bir dakikalık reklam molası vermek iyi gelecek bize. Televizyonda reklamları gördüğümüzde kanal değiştirmek yerine, fişini çekmek huzura gark edecektir bizi. Tüketim doyumsuzluğu yerine kanaat zenginliği mutlu kılacaktır bizi. Tüketim toplumunun yeni mabetleri AVM’ler yerine kadim kültürümüz olan merkezinde Cami’nin olduğu geleneksel çarşılarımızı ihya etmek medeni yapacaktır bizi. Rekabetin acımasız kurallarının uygulandığı, hep bana, hep bana anlayışı yerine ahilik kültürünün yeşermesi bereketli kılacaktır bizi.

 Cüzdanlarımız değil vicdanlarımız mutlu kılacaktır bizi. Bir dakikalık reklam molası vermeye ne dersiniz?