info @ istanbulungazetesi.com

Günümüz insanlığı teknoloji alanında, modern tıp alanında, bilimde, savaş tekniklerinde, ulaşımda, elde ettiği gelişmelerin üstünlükleriyle övündüğü bir çağı yaşıyor. Bunları yaşarken övünen insanlık, yaşam için gerekli olan bir sürü güzellikleri nasıl israf ettiği gerçeğiyle yüzleşmek ihtiyacını bile hissetmiyor.

Esasta ise insanları diğer canlılardan ayıran en önemli özellikleri, iyiliği veya kötülüğü tercih edebilme iradelerinin olması. Bu irade insanın yaradılış maksatlarına uygun kullanıldığında usul ve esasta üzerine düşeni yapmış demektir. Bunu yapabilen insan ise iç dünyasında huzurlu ve mutlu olan insan demektir.

Bu tür yaşayan insanlar, kendilerine yapılan kötülüklerden dolayı aynı kötülüğü yapma iradesine sahip olmazlar; onlar tefekkür ederler, hükmün sahibinin adaletine inanırlar. Onlar için teslimiyet çok önemlidir. Onlar bilir ki her canlı ölümü er geç tadacak ama bugünlerde, ama yarınlarda muhakkak hükmün sahibiyle yüzleşecek, Yüce Yaradan’ın ilahi adaletini görecek. Ya HAMDOLSUN diyecek, ya da iş işten geçtiğini bilecek.

İman etmeyen, insanlığını bilmeyenler için usul ve esasa uymak fıtratları üzeredir. Onlara fazla söze ne gerek, onlarda er geç hesap gününü görecek.

Yaşam içinde yaptığı her işin, her eylemin, her fiilin doğru olduğuna inanan insanların, adaletin ve hükmün kendisinin nefsiyle tekabül edeceğine inanması kadar gaflet hali olamaz.

Her insan haklı olmasına rağmen hiç ummadığı, en yakın dostu sandığı, en iyi arkadaşı bildiği, en liyakatli dava adamı olarak düşündüğü kişilerden haksızlık görmüş olabilir. İhtimal ve şüphe ile bu bakış açısına da sahip olabilir. Kişilerin bu yaklaşımlarına gönül koyma hali insan fıtratına uygun bir haldir. En tehlikeli olanı; emin olmadan emin gibi düşünme halidir. Buna suizan hali derler ki Allah muhafaza kardeşinin etini yemek gibidir. Gaflette olanların yaptıkları gibi, arkadan dümen yapıp, fitne dedikoduya meyil edip, kuyu kazıp iftira atıp, kendi istikbal kaygısı adına, egoları adına, her ne adına olursa olsun kişileri itibarsızlaştırmaya meyil etme, başlarına musibet getirip keyif alma hali ise nefsin gereğini yapma açısından usule uygun görülebilir lakin yaradılış maksadımıza uygun bir hal olmadığı bilinmelidir.

Beşeri dünyada adaletin hükmüne güvenenler usul açısından ne kadar doğruyu yapıyorlarsa; İlahi adaletin tecellisini bekleyenler ise esas açısından doğruyu yapıyorlar demektir.

Son dönemlerde insanoğlu olarak bizler müthiş bir imtihandan geçiyoruz, adeta her yeni olayda defaten sınanıyoruz.

Seller, fırtınalar, depremler, yangınlar, hastalıklar, gözle göremediğimiz nereden kaptığımızı bilmediğimiz mikroplarla sınanıyoruz. Görünen o ki çoğumuz sınıfta kalıyoruz çünkü modern çağı hiç görmemiş İlahi ruhu taşıyan ECDADIMIZIN usulü pas geçip esasa ne kadar önem verdiğinin şuurunu taşımıyoruz..

Fazla değil 50 yıl gerisinden bahsetmek istiyorum. Bir eve hastalık geldiği zaman en kırgın komşusu bile namazlarında şifa niyetine komşusuna DUA edermiş. Başına gelen her türlü musibet için bile “Allah’ım düşmanıma bile verme” dermiş.

Hiçbir imkânı bile yoksa kırgın olduğu, küs durduğu hasta komşusuna bir tas çorba yapıp götürürlermiş. Komşunun bir yakını vefat etse kırgınlıklar unutulur, evde hazırladıkları yemekle baş sağlığına giderlermiş. Küs durdukları, kırgın oldukları kişilerin keyfi yerindeyse kıskanmaz, nasıl mutsuz ederiz diye düşünmezlermiş, aksine maşallah komşuların keyfi yerinde derlermiş. Günümüzde ise kısmende olsa mutlulukları kıskanır ruh haline bürünür hale gelmişiz. Halbuki değerlerimiz, ecdadımız bu konularda doğru fiili yapmamız için merhamet lafını maksada uygun kullanırmış, yuvarlamaz evirip çevirmezmiş. Üzerine basa basa 'MERHAM ET" lafını adeta emrederek söylermiş.

Sebebi ise açıkça belliymiş; insanız, beşeriz şaşarız ebedi hayatta sorguda Ya Rab MERHAM ET dediğimizde, sen kulun kula yaptığına MERHAM ettin mi ki benden MERHAM istiyorsun diyeceğini düşünmeyiz.

Bu gerçekle baktığımda günümüzde bazı insanların vefat edene, hastalığa yakalanana, depremde evi yıkılıp sevdiklerini kaybedene, yangında kül olan canlara, sele kapılanlara oh iyi oldu diyenleri görmekte, duymakta şaşkınlık içinde hayret etmekteyiz. Halbuki MERHAM etmedikçe, Yüce yaradanın huzurunda MERHAM beklenmeyeceği duygusunu hiç bir zaman terketmemeliyiz.

Adaleti sahibine teslim etsek, nefsimizi şeytana teslim etmesek. İyiliğinde, kötülüğünde karşılığı yarına kalabilir ama yanında kalmayacağını unutmasak. Rabbimize dua etsek bizlere MERHAM ET hükmüne layık olanlardan eyle desek.

Ölenlerin taksiratıni affet desek, hastalara şifa istesek, imtihanda olan bizleri aydınlık günlere çıkaracak, ilahi rızan doğrultusunda Dünya nizamını kuracak kullarına güç kuvvet vermesini istesek, “YÜCE YARADANIN MERHAM'ına talip olsak" nihai huzura huzurla varsak, çok daha güzel olmaz mı?