Her devir insanlığın sınıfta kaldığı zamanlar oldu. Hz. İsa’yı çarmıha germe kararı verdiğinde Vali Pontuslu Platus'un ağzından dökülen “ecce homo” bu meşhur sözcük insanlığın bugüne kadar geldiği serüveni de ifade ediyor.
O gün Hz. İsa’yı çarmıha germeden önce sanki gösteri izlemek için gelenlere “işte insan” diye tanıtımda bulunanlar, zamanla başka kisveler adı altında bugüne kadar varlıklarını sürdürmeye devam ediyor.
O gün Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini bir tiyatro tadında sessizce tepkisiz izleyenler bugün başka zulümleri televizyon ekranında film tadında seyrediyorlar. İşte insan, o günde insan, bugün de “işte insan.”
Yağmur yağmıyor, topraklar kuraklaştı. Gözlerden yaş akmıyor, vicdanlar çoraklaştı. Yağmurla, gözyaşı arasında kesinlikle bir illiyet bağı olduğuna inanıyorum.
Kurak topraklar diğer canlı varlıkların ihtiyacına binaen Allah’ın sonsuz rahmetinden belki nasiplenecekler. Lakin çorak vicdanları kim nasıl tedavi edecek. Merhamet etmeyi bilmeyene merhameti, ağlamayı unutan göze gözyaşını, sevmeyi unutan yüreğe aşkı kim öğretecek.
Merhamet Peygamberinin ümmetini, daha tesirli sözlerle kim silkeleyip kendine getirebilir? Kim eşine, evine, ailesine, arkadaşlarına, dostlarına merhametle muamele etmesine vesile olabilir. Ehl-i keyf olmaktan, Ehl-i Beyt’e kim çevirebilir.
Gönüllerini Karacaahmed Mezarlığına çevirenlerin kalplerine kim masaj yapıp hayata döndürebilir? Sevmeyen, özlemeyen, üzülmeyen, başkasının acısını paylaşmayan yüreğin yaşadığına kim inanır.
Kardeşimle bir Cuma Namazı vakti başımızda takke olmadan camiye vardığımızda mihraptan bunlar kimin çocukları diye bütün cemaatin bakışları arasında bizi azarlayan hocada “işte insan.”
Kafaya değil takkeye bakan, şemale değil şekle vurulan, ayağa değil ayakkabının markasına odaklanan, yaptıklarına değil nutuklarına kanan ’da işte insan.
Arabanın arkasına sözde çok sevdiği köpeğini bir iple bağlayıp sürükleyen pop müziğinin ritmiyle kendinden geçen, yakalandığında da en iyi topçulardan bile kıvrak hareketlerle çalım atmaya kalkışanlarda “işte insan.”
Allah’ın emaneti olarak kabul edilen karısına, çocuklarının önünde eşek naraları atarak bıçak sallayan, çoluk çocuğunun rızkını meyhane köşelerinde zıkkımlanan, ayakkabısının dabanına basıp kartal kanat sokaklarda herifim diye dolaşan da “işte insan.”
Çalışanlarının hakkını, alın terini zamanında ve hakkıyla ödemeyenler, kul hakkını yiyerek göbeğini şişirenler, hak ve adalet terazisini güçlüden yana kaydıranlar, kazanmak için her yolu mübah olarak görenler, parayı basıp her yıl Suudi Arabistan’a turistik ziyaret yapıp cenneti satın alacaklarını düşünenlerde “işte insan.”
İnsan her devirde kendine bir dost arıyor. İnsanoğlu dostsuz, arkadaşsız yaşamını sürdüremez. Kimi “kinine “dost, kimi “ilmine” dost. Kimi kendi elleriyle yapıp taptığı “putuna” dost, kimi kibrinden inşa edip gökdelenler gibi yükselen “mülküne” dost. Hayatın amacını dünya malı ile özdeşleştirenlerde, hayatın dünyevi değerlerini elinin tersiyle itenlerde “işte insan.”
İnsan, yaradılış gayesinden ayrıştığında dünyevileşiyor. O zaman aşkla, sevgiyle, muhabbetle ilişkisi zayıflıyor. Ruh gidiyor, deyimi yerindeyse ceset kalıyor. Mana gidiyor, madde kalıyor. Yüreğinde, sevgi, merhamet, acı, his ortadan kalkıyor. Put yapmayı aklına koyan illaki kendine put yapacak bir şeyler bulabiliyor. Putunu yapıp tapanlar da” işte insan.”
Dedim ya ne aradığın önemli. Herkes kendini arasın, herkes içindeki insanı arasın. Aradığın ne ise bulduğun o dur. Şöbelendin,” Ecce Homo .”