İnsan yaşadığı yere benzer. Aynı zamanda yaşadığı yerde, onu inşa eden insana benzer. İnsan ve yaşadığı yer, birbirleriyle çok özdeşleşmiştir, birbirlerinin ruh ikizidir dersek yanıltmış olmayız.
İnsan yaşadığı yere benzer,
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer,
Suyunda yüzen balığa,
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğilimine,
Konya’nın beyaz,
Antep’in kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir.
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları.
Edip CANSEVER’in kaleminden dökülen bu dizeler, insan ve yaşadığı yer ilişkisini en veciz şekilde dile getirmiş. Suyun, konulan kaba göre şeklini alması gibi, insanoğlu da kendi mizacına, kendi tercihine uygun bir yer, bir mekân, bir hayat tarzı seçiyor.
Tercihlerimiz, yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızdır.
Egosu şişkin insanoğlu, gittikçe kendini özgür yaşamdan, doğadan, toplumdan, insanlıktan kendini soyutlayarak, kendine yeni bir yaşam alanı çiziyor. Köy ’den –Şehir’e, Şehir ’den –Büyükşehir’e bir kaçış var. Ev’den –Konut’a, Konut’tan- rezidansa yükseğe sıçrayış var. Sokaktan-caddeye, caddeden –AVM’lere bir hapsoluş var. Gittikçe beton duvarlar arasına bir sığınış var.
Her geçen gün yalnızlaşan, yalnızlaştıkça güven duygusu örselenen insanoğlu dört bir etrafını beton duvarlarla sarıp sarmalıyor. Selam verip, almak artık şüpheyle karşılanan bir konu haline geldi.
İnsanoğlu sosyal bir varlık ama nerdeyse yaşayanlar mezarlığına döndü konutlarımız, sitelerimiz, rezidanslarımız ve hatta ailelerimiz. Gelecekte dünyanın bugünkü aile ilişkilerini tarif edecek birisi çıkarsa sanırım “çiftleşirlerdi ve sonra herkes kendi odasında televizyon izlerlerdi veya internette sörf yaparlardı” diye yazarlarsa abartmış olmazlar.
Birbirlerinden habersiz, birbirlerinin sorunlarına ilgisiz oldukları için kalpler ortak çarpmıyor. Muhabbet ikliminden eser yok. Herkes kendi dünyasında, kendini sevmekle meşgul. Televizyon kumandası elinde, kanaldan kanala dolaşıyorlar. Hepimiz malayani bilgilerle donatılmış malumat obezi olduk. Buda bizi gittikçe hayata karşı yeis içinde yalnızlaşan, yılgın insanlar haline getiriyor.
Eşlerimizle, çocuklarımızla iletişim kuramıyoruz artık. En ufak bir sorunda evi terk edip kaçıyorlar. Eskiden, anaya, babaya, akrabaya, komşuya kaçanlar şimdi sosyal medya komşularına, sanal âleme kaçıyorlar.
Biz şanslıydık. Bir bahçeli evimiz vardı, kalpleri muhabbetle atan bir ailemiz vardı, köyümüz vardı, sokaklarında hürmetle şakalaştığımız mahallemiz vardı. Sokaklarda komşuluk dedelerimizden mirastı. Hepsi ata dede komşularımızdı. Haram yememeyi, el âlemin namusuna kem gözle bakmamayı orada öğrenirdik. Mahallenin namusu bizden sorulurdu. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içindi sokaklarda büyürdü yüreği sağlam nesil. Komşu, komşunun sığınacak yurduydu.
O günleri özlüyorum. Ya çocuklarımız! Onlar bilmediği şeyi nasıl özleyecek. Ben tanıdığım eşe dosta fırsat buldukça söylüyorum. Çocuklarınızı mutlaka yaz tatillerinde köyde yaşayan dedelerinin, ninelerinin yanına gönderin. Özgürlüğün tadını çıkarsınlar. İnsan olmanın erdemi, özgür olmaktan geçer.
İnsan, yaşadığı yere benzer.