Hiç düşündünüz mü ömrünüzde kaç eşikten geçtiniz, kaç kapı açıldı size, kaç kapı kapandı ardınızdan.
Yunus Emre gibi başınızı koyabileceğiniz bir Taptuk Emre’niz oldu mu? Bizim Yunus mu diye yürekten bir seslenişle, merhametle ve şefkatle kucaklandınız mı hiç?
Mesele Yunus Emre olabilmekte, mesele Taptuk Emre’sini bulabilmekte.
Her şey bir kapının önünde başlar, diğer kapının önünde son bulur. Bir kapının önünde doğarız, bir kapının ardında hayata gözlerimizi yumarız. Ha vuslatın kapısında durmuşsunuz, ha bir ayrılığın kapsında.
Sabah güneşle açılan kapı, akşam günbatımıyla kapanır. Bir kapımız geceye açılır, diğeri sehere. Semaya doğru avuç açıp dua kapısıyla içeri girdiğimizde, rahmet kapısıyla kucaklanırız.
Muhannet kapısı da var merhamet kapısı da var. Birinden mihnet akar, gül bile irin kokar; diğerinde rahmet akar, diken bile gül kokar. Biri tepeden bakar, kibir kokar; diğeri hikmet bakar, edep kokar.
Birinin eşiğinden girer girmez üzerimize sinen kokusunu, kapıdan çıkar çıkmaz bol köpüklü suyla yıkar atarız, diğerini gül kokusu gibi bütün ömrümüzce taşırız elimizde, dilimizde ve yüzümüzde saklarız.
Kapı deyip açar açar kapatırız. Açılan kapıların arasında evimizin kapısı da var, meyhane kapısı da var. İlim irfan kapısı da var, cehalet kapısı da var. Ekmek kapısı da var, töhmet kapısı da var. Hangi kapıyı çalmak, hangi eşiğe konmak bizim elimizde.
Her kapıyı açan bir anahtar, aralayan bir çift söz mutlaka vardır. Mühim olan hangi kapıyı çalacağına doğru karar vermek. Hiçbir eşik uzun süre karanlık değildir, çalmasını bilene, beklemesini bilene.
Her harf, bir cümleye açılan kapıdır. Her cümle, her güzel söz muhabbet kapılarını çalan tokmaktır. Her tokmak, yüreğimize, gönlümüze açılan kapıların anahtarıdır. Her anahtar mühürlü vicdanları ardına kadar açar. Huzur olur, şifa olur tüm insanlığı sarıp sarmalar.
Kapı eşiğinde beklerken kim bilir kaç kez, kapıyı çalıp çalmamak arasında gidip geliriz. Her gidişte bir başka kapı açılır, her dönüşte başka bir kapı. Hele birde doğru kapıyı çalıp çalmadığımız konusunda tereddütte düşersek. Ümit kapısıyla yeis kapısı arasında kısa süreli mekik dokuruz.
Kapının ardındaki “Taptuk Emre mi, Taktuk Emre’mi “ diye iç geçiririz. Kâh geçeriz kapılardan, kâh eşiklere takılır kapılara çarparız. Ya kapıların ardından yükselen bir söz yarana merhem olur şifa olur, ya okkalı bir yumruk olur yüzünde patlar.
Kapılardan evler, şehirler, ülkeler kurulur. Her kapı başka bir dünyaya açılır. Bir gün saba rüzgârlarıyla gül kokusu çalar kapımızı, diğer gün poyraz olur sarı karanfil eşiğimizde bekler.
Kapılar açılmak için, çalınmak için; eşikler kapılar açılana kadar beklemek için yapılmıştır. Kapı o dur ki çalana açıla, şifa ola, merhem ola, ışık ola aydınlana, aydınlata. Zira kapalı kapılar yalnızca zindanlardadır. Ardında yatanlarda zindana mahkûmlardır.
İlmine mahkûm, kibrine mahkûm, yalnızlığa mahkum,hüznüne mahkum...