kendimize yabancılık.
Sembol deyince günümüzde ilk akla gelen şey özellikle resim ve heykeltıraşlık oluyor genellikle. Ve sanatın diğer dalları ile devam edip gidiyor sembolik dediğimiz bu hayranlığımız. Oysa gerçekte bir soluk almak dahi semboldür benim kanaatimce.
İslam ve İnsanda çok yüce bir değer ve eşsiz bir semboldür örnek olarak.
Ressam çizdiği bir resimde, ruhunu işler fırçasının ucuyla gözleri kamaştıran her tuvale.
Bir yazar, düşlerini lisanı ile harmanlayıp, bandırır kalemini inancına ve öylece akar sayfaların üzerine nesilden nesile.
Ama her şeyden önce önemli olan şey, beslendiği maddenin kaynak ve kalitesidir elbetteki.
Bugünkü modern hayat tamamen maddi, dünyevi ve maneviyattan büyük ölçüde yoksun olduğu için, bu hayatta "mübarek" "mukaddes" gibi kavramlara hiç yer yoktur ne yazık ki. Dinin ve dini olan şeylerin bu hayatta sadece birer "figür" seviyesinde tutulması, yaşadığımız şu modernleşmenin hedefleri ile insanımıza kimliğini veren temel unsurlar arasındaki çatışmadan kaynaklanmaktadır.
Her toplum kendi inancını bir sembole bağlar ve onu medeniyetlere taşıyıp daim olan sloganını belirler. Örneğin "haç."bu simge kilise'de çok kutsal dini bir değerdir değil mi? Ama aynı zamanda bir ülke bayrağının üzerinde çok yüce bir değer olarakta çıkabilir karşımıza.
Yine örneğin,Süleymaniye büyük bir semboldür bizim için. İstanbul bir semboldür. Bayrağımız bir semboldür. Çanakkale bir semboldür. Sarıkamış bir semboldür.
"Bakırköy akıl hastanesi bahçesinde düşünen adamın heykeli dahi bir semboldür."
Adolf hitler bir semboldür yine. Malcolm X ,Ebu Leheb bir semboldür. Hz Bilal bir semboldür. Hz Muhammed Mustafa (sav) en büyük ve eşsiz olan yegane bir semboldür.
Neden yazdım bu şıkları? Günümüzde semboller artık kopyalama yolu ile alınıp, simgeleşip yaşatılıyor insanoğlunun sosyal ve özel hayatında.
Yukarıda bazı noktalara değindiğimiz gibi sanat ve kültürel yaşantı içerisinde, bir yüzüğü takmanın şekli dahi sembol olup çıkabiliyor karşımıza bir anda.
Enteresan müzikler, ilginç mi ilginç kıyafetler, yine enteresan ve yapay yüz göz boyama şekilleri vs. Yani o kadar çok model var ki hayat akışımızda artık neyin ne olduğunu anlamak imkânsız neredeyse.
Az önce bilgisayarı açmadan önce aklıma Kemal sunal geliverdi birden. "Propaganda" filminde izlediğim o hali canlandı hayalimde. En yakın dostu ile sandalye de sınır karakol çizgisinde otururken, "çek ayağını,kuralı ihlal ediyorsun" diyordu ona.
Yapılan tüm işlerin ya bu gün,veya geleceğe dönük bir işlevsellik taşıması gerektiğini düşünüyorum.
Hayattan bir şeyler hiç durmadan alınırken, onun yerini misliyle dolduran bir şeylerde geri kazandırılmalıdır toplumlara. mutlaka çok doğru ve düzgün bir hizmet gerekmektedir,sanat ve kültürün çağlara taşınabilmesi için.
Sanat ve kültür,toplumun en kutsal sayılacak yaşam tarzının belgesidir insanlık için. İşte bu nokta da kirlenmeden ve kirletilmeden şeffaflığını koruyarak idrak edilmelidir bu hizmetler.
Yazarken veya okurken bir inanç ve dini hedef alıp mücadele vermiş olursak şayet sonu hüsranla bitecektir mutlaka.
İnsanlar Kalem ve mürekkebi yalayarak olgunlaşabilirler. Burada akıl ve mantığı dinden bertaraf etmeden, sanat ve eserler üretilmelidir. Karşı tarafı aşağılayıp küçümseme çabasına düşen her akıl, kafada ağır bir yenilgiye mahkûm kalacaktır. Çünkü akıl, kullanılması adına insanoğluna bahşedilmiş ve kafada yük olarak taşınmaması öğütlenmiştir.
Sanat,Allahın dünyaya lütfettiği görsel bir eseridir. Ezelden bu tabloyu çizen ve en yüce olan sevgili Rab, tuvaldeki renkleri ile "yetmiş iki bin türlü millet" diye adlandırılan biz insanlığın dimağına ve tabiata inanılmaz bir zevk ve güzellik eserleri sunmuştur. Kültür ise, o eser üzerinde tecelli eden bu zenginliğin biz insanların görüp öğrendiklerimizle beraber, hayatımıza işlev kıldığımız bir miras payı olarak kullanılması öğütlenmiştir.
Ekranlarda izlenen tüm dizi veya sinema filmlerindeki o görsellik o denli çirkinleşmiş ki, geçmişteki Türk Filmlerinden hatırladığımız "Ezo gelin" masumiyeti ve ya, bir "Dila hanım" ciddiyetine rastlamak,samanlıkta iğne aramak kadar zor bir durum artık.
O yıllarda, etnik bir kesim tarafından bu sanat şekli dahi benimsenip tasvip edilmezken, şimdilerde icra edilen ve yüzü hepten batıya dönük bu tarzı tam bir fiyasko olarakta adlandırabiliriz sanıyorum ki. Küçük Sezer'ciğin"Allah baba"dediği o acımtırak ve masumane(!)sahnelerin bu çağda amacına ulaşıp zehrini kusmasına şahit olup yüzleşiyor olmamızda çok acı bir geçek.
Mesela yine bizim genel kültürümüzde yer soframız bereket ve bolluk anlamı taşır. Ama şimdilerde bırakın film sahnelerini, normal hayatta en fakir bir ailenin evinde dahi, bir masa sandalye merakının mevcut olduğunu görebiliyoruz yine.
Oysa Peygamber (sav) sofraya oturunca bağdaş kurarak mübarek sırtlarını yaslayıp üç parmağı ile yemeğini yerlerdi. Ve bunu ümmetine de tavsiye ederlerdi.
Suyu üç yudum da içer, yol da insanlara zarar verecek küçücük bir taş dahi olsa, onu yol üzerinden kaldırırlardı. Şaka yapar fakat bu latifesinde dahi gerçek ve doğrudan asla ayrılmazlardı. Yukarıda isimlerini saydığımız şahsiyetleri yazmamdaki gayem, kim hangi sembolü karakterize edip onu kendi benliğine kopyalarsa, o hal ile şekillenir,yaşar ve öyle ölür gider.
Mesela bu gün Yahudilerin Filistin’e, yada doğu Türkistanda yapılan o zulüm Hitlerin yaşam tarzını hatırlatıyor değil mi bizlere? yine Ebu Leheb”in o kini ve bitmek bilmeyen zalim öfkesi, aklını kullanamamamsından dolayıydı.
Ki, o ve onun gibi nice zalimler bu gün bile hala tımarhane bahçesinde düşünüyorlar derin derin.
Bir Malcolm X Bir Bilal”ı hatırlatır bizlere yine. Süleymaniye ve Mimar Sinan, en büyük Mimar olan Hz. Muhammed aleyhisselamın Mescidini hayalimize düşürür.
Çünkü koca Sinan o camiyi inşa ederken,örnek alıp mesleğine esas edindiği şahıs, sevgili Peygamberimizdi. (sav) onu sembol olarak görüp,genel kültür ve inancına esas alması ise, İslam ve sünnet hayatı idi.
Asker de kutsal bir semboldür yine mesela. Zaman olmuş Çanakkale"de canını siper eylemiş, zaman olmuş ki Sarıkamış’ta canından vazgeçmiştir. Bu gün askerlik dahi maddeye bağlanmış ve kutsallık imha edilme noktasına gelmiştir maalesef. "Kılıç icad oldu mertlik bozuldu" deyimi de burada kullanılabilir aynı zamanda.
Gelişen çağda toplumlar yaşam tarzlarını şekilci ve kopyala yapıştır işlemi üzerinden sürdürmektedirler.
Bu durum hem madde ve hem manada rekor düzeye ulaşmıştır. Evler yuva adına değilde, ev kurmak niyeti ile dayanıp döşenir olmuştur günümüzde. Yuva sıcacık ve şefkatli bir duygu uyandırır insanın içinde. Oysa ev deyince, ilk olarak plan proje ve şekilcilik heyecanı sarar insanın ruh halini. Aşklar yıllara meydan okuyacak bir çınar niyetine değil, koparılan bir çiçek yaprağına bağlanmıştır artık. seviyor, sevmiyor durumu. Hafif ve solgun bir cümle içinde yapboz yöntemini almıştır sevgi.
"Al gülüm ver gülüm" gibi beleşçi ve sıradan yapay bir sevgicilik oyununa dönmüştür duygular. En önemlisi de,edebin edep dışı bir sembole çevrilmiş olmasıdır.
Hz Hatice bizim için eşsiz bir semboldür yine. Ancak o çağdaki siyaset,ticaret ve erdem noktasında ki Hatice zarafeti ve onun çalışma hayatında ve özel hayatındaki çağları deviren o duruşu bu gün, unutturulmaya yüz tutmuş bir hazine gibi gömülmeye çalışılmaktadır sapkın modernitenin ılımlı din tüccarları tarafından.
Hz Aişe bir semboldür. Onun ilmi bu gün sayısız ciltlerce kitabı dolduracak bir zenginliğe ve erdemli bir eş olma noktasında eşi benzeri olmayacak yücelik sıfatına erişmiştir. Ve Hz Peygamberin ardından birçok meselede onun ilmine başvurulmuş ve sunduğu doğrular ile karanlık birçok mesele aydınlığa çıkarılmıştır böylece.
Hacıdan hocadan kork karanlık geceden!” diye bir söz vardır dilimizde bildiğiniz gibi; “hacı-hoca takım”ına güvenilmeyeceğini anlatırlar sözüm ona. Ne yazık ki halk arasında da hayli yaygın kullanımı olan bu söz,aslında toplumun çimentosu mesabesindeki âlim, mürşid, din görevlisi gibi zatları halkın gözünden düşürücü etki yapmaktadır maalesef.
Dinden uzaklaşan insanlar, dine bağımlı kalması gereken sembolleri de akıldan ayırıp, şekilci takma akıllar giyindirip ruhlarına, yeni kültür ve sanat üretme kavgasına tutunuyorlar yabancı bir kopya ile.
“Hocanın dediğini yap ama yaptığını yapma!” sözü de böyledir işte. “Hocalar, görevleri gereği halka neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlatırlar ama kendileri deveyi hamuduyla götürürler” gibi bir anlayışın ürünü olan bu söz de diğeri gibi,halkı dinden ve dini anlam taşıyan hususlardan soğutma gayretine işaret eder.
Türk filmlerindeki hoca tiplemesi mesela. Sürekli gördüğümüz olan tek şey, eğri büğrü, sinsi, az gelişmiş, şehvet düşkünü, biraz şizofren, dünyaperest, kesinlikle güvenilmez bir insan tiplemesinden ibarettir hepsi. Böyle olmasının sebebi de yukarıda değindiğimiz nedenlerden başkası değildir. Romanlarda, tiyatrolarda, hikâyelerde farklı bir imam tipine rastlamak neredeyse imkânsızdır.
Hz. Ali r.a. Efendimiz “Parça bütünün habercisidir” diye buyuruyor bizlere.
Parçalarımızı kaybetmeden ve “ondan bana ne” demeden hayatı sırtlayıp yükünü din veya dil kardeşlerimizle bütünleşmeliyiz.
İnanç farklı olabilir, köken farklı olabilir, renk farklı olabilir. Bunların tümü topyekûn tek bir cümlede birleşir.
“İnsan olmak ve insana yakışır bir duruş çizgisinde el ele verip yürümek.”Bunun bir diğer adı” kardeşlik” olgusudur.
Yabancılaştırılmış bir toplum,kendi öz ailesi içinde dahi “öteki” sıfatını alır ve yalnızlığa sürüklenir sonunda. Zihin kirlenirse,eser mutlaka bulanık olarak meydana çıkar.
Söz uçar yazı kalır malum. Ve yine insan "nisyan" ile hemhal olan yüce bir varlıktır. Örneğin; insan gördüğü bir sahneyi bir zaman sonra görsel hafızasından silip unutabilir. Ancak; edip bir sanatçının parmaklarından dökülen bir portredeki ışıltı, ve ekranda bir kare asırlara meydan okuyabilir.
Sanatçı ve onun eseri olarak ad alan sanat çağlara hükmeder.
Sonuç olarak semboller,Müslümanların İslam ile ilişkisini ne ölçüde zayıflatabilirlerse,yani her türlü değere kaynaklık eden manevi değerleri ne kadar yıpratırlarsa, İslam coğrafyası ve Müslümanlar üzerine o ölçüde hâkimiyet kurabileceklerdir.
Kim Allah’ın hürmet edilmesini istediği şeylere saygı gösterirse bu, Rabbi’nin katında kendisi için daha hayırlıdır. "Kim Allah’ın şiarlarını yüceltirse, bu kalplerin takvasındandır.” Hac 30-32
İnsana Allah için değer verip fikri ve fiili eserlerini aynı saygınlık içerisinde koruyup gözetmeyi başarabilirsek, bizlerde Allah tarafından saygınlık görüp gözetileceğizdir muhakkak.
Sanat ve sanatçıya verilen gerçek değerin hakkını, önce yaratıcıya göstermek şartı ile çalışmalı.
ezcümle: Allah”ı bulan her beşer, asla kayba uğramayan bir hazine gibi durdukça değer kazanır.
Saygılarımla…