Sevmekte bir seçenektir dedim, çok sayıda dosttan benzer mesajlar aldım. Çoğu dostum üzerine alındı. Bazı hikmetli sözlerle mukabelede bulunanlarda oldu. Hikmet, hükmetmektir, yönetmektir dostlar. Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz hayatın hikmetinden kim sual sorabilir?
Bugünkü verdiği sözü yarın unutanın, aldığı nefesi, kalp atışı, kan dolaşımı da unutkan olsaydı ne olurdu acaba? Biraz tefekkür, biraz tefehhüm.
Ya aldığın nefeste senin gibi unutkan olsaydı ne olurdu hiç tefekkür ettin mi? Demek ki nefes almak senin kontrolünde olsaydı çoktan ölmüştün. Yaşamaya devam etmen için hiç şansın kalmazdı.
Binlerce emekle aldığın en lüks, konforlu arabanla sevdiklerine doğru yola çıkmışken, kalbin atışına bir saat unutsa ara verse ölürdün. Aceleyle ihaleye yetişmek için çıktığın en lüks ofisinde cep telefonunu unuttuğun gibi nefes almayı da unutsan ölürdün. Ohal- de tefekkür et, birazda tefehhüm et ve şükret. Şükret ki bir nefes alıp vermeye bile hükmedemediğin bir hayatı bahşetmiş sana Yüce Allah. Sen uyurken nefes alıp verebiliyorsun, kalbin atıyor, kan dolaşımın devam ediyor.
O halde benlik hormonuyla beslenip Firavun gibi kendini ilahlaştırmak niye, kendine geçici dertlerin, sıkıntıların semer yapıp binmesine müsaade etmek niye?
Sana yapılanları içine sindiremiyorsun. En ufak bir kötü sözü, kem gözü, karşılaştığın zorlukları büyütüyorsun, pireyi deve yapıyorsun, işin içinden çıkamıyorsun. Kendine doğru düzgün bakamadığın gibi, sana emanet edilenleri koyup kaçıyorsun.
Amma velakin senin içine yerleştirilen sindirim sistemini hiç düşündün mü? .Kalbin görevini, midenin görevini, ismini duyunca bile biraz irkildiğin bağırsaklarının görevlerini hiç aklettin mi?
Ne bulursan, canın ne çekiyorsa mideye indiriyorsun. Sindirim sistemi, onu ete, kemiğe, kana dönüştürüyor. İhtiyacı olanı alıyor, ihtiyaç dışı olanları dışarı atıyor. Bu ihtiyaç dışı olanların midenin içinde sakladığını düşünsene, tefekkür etsene, tefehhüm etsene ve şükretsene.
Her birimiz bu sindirim sisteminin yerine getirdiği görevlerden yalnızca en ufak birini yerine getirmekle görevlendirilsek acaba ne yapardık? Ispanaktan ya da yeşil mercimekten kan yapmak için ne kadar büyüklükte bir fabrika kurmamız gerekirdi. Bu yiyeceklerdeki besinleri, organların ihtiyacına göre beyne, kulaklara, göze, kemiklere, cilt’e, taksim etmek için nasıl bir sistem kurmamız gerekirdi? Ve bu öyle bir sistem ki seksen, doksan yıl aksamadan görevini layıkıyla yerine getiriyor. Hiç bir zaman görevinden yüksünmüyor. Dert etmiyor, emaneti bırakıp kaçmıyor.
Bu konuda söylenecek çok söz var. Ancak sözün hikmetine nail olmadan, söze hükmedilmez. Sırf güzel söz diye, anlamadan lafın arkasına takılanların sonu, bir güzelin arkasına takılan binlerce aşığın sonuyla aynıdır. Ya takılanların hevesleri kursaklarında kalır. Ya sözü değersizleştirir, güzeli aşüfte kılar.
O halde biraz tefekkür, biraz tefehhümden sonra bu hayatı bize lütfedip bahşedene şükredelim.