aksaa25 @ hotmail.com

HER ŞEYİMİ KAYBETTİM

Geçmişte yaşanmış süreçlerin geleceğe ışık tutacak anekdotlarını saklamak, kişinin baneneciliğidir; bu durum "ben" eksenli yaşamaktır. "Ben" eksenli yaşamak ise erdemli insan olmaktan uzak bir hâlidir.

Uluslararası YEŞİLAY Federasyon Forumu’nun İstanbul’da oluşması münasebetiyle, daha önceki yıllarda paylaştığım hatıramı tekrar paylaşmak istedim.

Belediye Başkan Yardımcısıydım. Oldukça gösterişli hâli olan, kelli felli bir beyefendi, tanıdığım biri vesilesiyle yanıma gelmişti. Birkaç kelam edip çayımızı yudumlarken, “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordum.

“Başkanım, bir büfe açmak istiyorum. İlgili diğer kurumlardan gerekli izinleri aldım, çalışmaya başlıyorum; zabıta encümen kararıyla gelip kapatıyor.” şeklinde konuştu.

Durumu anlamış olmama rağmen sordum:
“Bu büfe ne satıyor, ne büfesi?”
“TEKEL büfesi,” yanıtını verdi.

“Ruhsat şartlarına uygun değildir,” karşılığını verdim.

Cevap çok hızlı ve net geldi:
“Sayın Başkanım, kimsenin özel hayatına karışmayacağız dediniz. Çağdaşlığa yakışmayan şeyler yapıyorsunuz. Bu da hakkınızda söylenenlerin doğruluğunu tasdikliyor.”

Hemen söze girdim:
“Beyefendi kardeşim, bizi çağdaş olmamakla, gericilikle suçluyorsun. Öncelikle ilericilik ve gericilik konusunda anlaşalım. Eğer sen haklı çıkarsan, ruhsatını alman için elimden geleni yapacağım.”

Birkaç saniyelik duraksamadan sonra,
“Olur,” dedi.

“Çağdaşlık ve ilericilik; insanın aklına, ruhuna, bedenine faydalı olacak işler yapmaktır.
Gericilik ise; akıl, ruh ve bedenin güzelliklerine zararlı olacak işlerdir,” açıklamasında bulundum.

Bu sefer duraksamayı birkaç saniye daha uzattı ve tekrar sordum:
“Haksızsam, senin yorumunu bekliyorum.”

Cevap oldukça stresli geldi:
“Sayın Başkanım, siz de mevzuya nereden girdiniz şimdi? Tabii ki sizin söylediğiniz doğru. Evet, yapacağım iş çağdaşlığı, ilericiliği içermez. Ama ben bütün paramı bu işe bağladım. Eğer bu işi yapamazsam, her şeyimi kaybettim demektir. Eve giderim, silahımı alırım, belediyenin çatısına çıkarım, kafama sıkarım.”
Yani dolaylı yoldan tehdit ediyordu, kısaca “kendime kıymadan size de uğrayabilirim” diyordu.

“Beyefendi kardeşim, gerçekten her şeyini kaybettin mi?” diye sordum.
“Evet, kaybettim,” cevabını verir vermez,
“Ayağa kalkar mısın?” dedim.

Şaşkın şaşkın kalkmıştı.
“Gözlerini sıkı sıkı kapamanı rica ediyorum,” şeklinde konuştum.

Çok tedirgin olduğu her hâlinden belliydi.
“Rahat ol, inan olumsuz hiçbir şey olmayacak,” diye ekledim.

Gözlerime bakışında ‘Nereden düştük, psikopat mı nedir?’ iması vardı.
Zoraki de olsa gözlerini sıkı sıkı kapattırdım. Yaklaşık bir dakika tedirgin bir hâlde dururken,
“Ne görüyorsun?” diye sordum.
“Hiçbir şey,” dedi.
“Kendini nasıl hissediyorsun?”
“İyi hissetmiyorum,” yanıtını verdi.

“Gözlerini açabilirsin,” dediğimde adeta özgürlüğüne kavuşmuş gibiydi.

“Ne görüyorsun?” dedim.
“Her şeyi,” yanıtını verdi.

“Bir saniye, henüz bitmedi,” diyerek devam ettim. Oturduğu yerin karşısındaki sehpada, yarım kalan çayı önündeydi.
“Çayımızı içelim şimdi,” önerisinde bulundum.
Bardağı aldığında,
“Şimdi bir ricam var,” dedim.
“Bardak elindeyken, damarlarından birinin tıkalı olduğunu düşün ve elin büyük bir hızla titriyor; çayını bu şekilde içsene,” dedim.

Şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu:
“Başkanım, içemem ki,” cevabını verdi.

“Peki, her şeyini kaybetmişsin,” dediğimde ayağa kalktı ve elini uzatarak şu cümleleri duygulu sözlerle, buğulu gözlerle ifade etti:
“Başkanım, izin verin kuruyemişçi açayım.”

İşte hayat böyle bir şey.
Biraz zahmet sonrası rahmet.
Bu kardeşim şu anda hayatının en bereketli kazancını elde ediyor.
Gericiliğe hayır demenin, çağdaşlığa hizmet etmenin keyfini yaşıyor.