info @ istanbulungazetesi.com

 15 Temmuz 'dan kısa bir süre sonra Gn. Bşk. Yrd. Genel Merkez Teşkilat Başkanım İstanbul Milletvekilimiz Mustafa Ataş Bey’in izniyle iş ve akraba ziyaretleri yapmaya Avrupa’ya gitmiştim. Tabii ki her gittiğim yerde beni tanıyanlar siyasi anlamda Sn. Cumhurbaşkanımızın ve Genel Başkan Yardımcılarımızın görevlendirmesiyle Türkiye’nin dört bir yanında seçim koordinatörlüğü yaptığımı biliyordu. Siyasetin konuşulmadığı günüm olmazdı.

 Almanya’nın Mannheim bölgesinde oturan dayımın oğluna ziyarete gitmiştim. Kuzenimin oğlu 18 yaşlarında Türklüğünden gurur duyan, Ay yıldızlı bayrağına ölümüne bağlı vatansever bir aslan parçasıydı. Benden bir ricada bulundu. “Amca, ilkokul arkadaşlarım çocukluktan beri birlikte büyüdüğümüz için bana karşı saygılı davranıyorlar ama Türkleri ve Türkiye’yi sevmiyorlar. Onlara senden bahsettim. Cumhurbaşkanımız Tayyip Bey’in dava arkadaşı olduğunu söyledim. “Onunla konuşur musunuz?” dedim. “Konuşuruz ama neye inanıyorsak onu yüzüne söyleriz.” Dediler. Ne dersin amca, konuşup ne derseler sabredebilir misin?” Cevaben “Koçum, ben sabrederim, sen sabredebilir misin? Sen söz ver.” dedim. “Söz veriyorum sabredeceğim amcacım.” dedi.

 Yeğenimle birlikte 9 genç geldi, hepsinin gözleri adeta şimşek gibiydi. Oturduk, yeğenim Almanca tercümanlık yapıyordu. Sözü aldılar, onlar tarafından gergin bir ortam oluşmuş ben çok sakin bir şekilde dinliyordum. Yeğenim zor sabrediyordu ama söz vermişti. Gözlerinde tam anlamıyla Türkiye barbarların yaşadığı, geri kalmış, herkesin çeteleştiği, insanların can güvenliğinin olmadığı, başka dinlerden olan yabancıların yaşama hakkının tanınmadığı, yoksul, adeta Ortadoğu’nun bir kabilesi gibiydi. Sabrıma hayret etmişlerdi. Sözlerini kesmemiş, mimiklerimde agresiflik göstermemiştim. Konuşmaları bittiğinde adeta zafer kazanmış gibiydiler...

 Sıra bana geldi. Söze kendilerine samimiyetlerinden ve centilmenliklerinden dolayı teşekkür ederek başladım. Yeğenim şoktaydı, ona göre korkak Türk olmaz. Amcası sert çıkmalı, gerekiyorsa kavga etmeliydi. Yeğenim sordu “Amcacım bu şekilde çevireyim mi?” Kesinlikle ne bir kelime eksik ne de fazla çevirmesini söyledim. Tercüme etti, şaşkındılar. Devam ettim “Gençler, eğer biz sizleri, sizin bizi tarif ettiğiniz gibi bilseydik. Sizin gibi sakin oturarak düşüncelerimizi ifade etmeyebilir, daha agresif olabilirdik ama siz daha sakin tepkinizi gösterdiniz. Anlattığınız gibi olmadığımızı söylesem de çok etkili olacağını sanmıyorum fakat size şu vaatte bulunabilirim. Yeğenime güveniyor musunuz? Eğer güveniyorsanız sizleri Türkiye’ye davet edeyim. Uçak biletleriniz dahil her masraf bana ait. 15 gün misafirim olun. Ankara, Antalya, İstanbul, Diyarbakır, Muğla’yı gezdiririm. Buralarda yaşayan yabancı uyruklu vatandaşlarla görüştüreyim. Kiliselere götüreyim papazlarla görüşün. Bizim halkımızın sizi nasıl misafir edeceğini kendiniz görün. 15 gün yetmez ama en azından birbirimizi tanımak ve sevmek için iyi bir başlangıç olabilir. Başka türlü sizi inandırmak mümkün değil ancak gördüğünüzde gerçeklerle yüzleşmiş olursunuz.” Gençler çok şaşkındı, samimiyetime inanmışlardı. 2 gün müsaade istediler, aileleri ile görüşüp haber vereceklerdi. Gezeceğimiz şehirlerin isimlerini verdim, tokalaştık ve ayrıldık.

 Yeğenim vedalaşma tarzından çok etkilenmişti. Hemen yorum yaptı. “Amca hepsinin yüzleri güldü final çok güzel oldu.” Çok gururlanmıştı. Yeğenim sonrasında kendileriyle görüştü. Aileleri, üniversiteleri bitince davete izin vereceklerini söylemişti. Sevindirici olan ise yeğenimin bana gönderdiği selamlar ile arkadaşlarının Türkiye düşmanlığını bırakmış olmalarıydı. Kişilerin bireysel hatalarının bedelini bütün Türkler ödememeli noktasına gelmişlerdi.

 Ayrılırken ifade ettikleri şu sözü güzel yurdumuzun birçok köşesinde de duymuştum. BİZ BÖYLE BİLMİYORDUK!

 Doğruları anlatma zahmetine katlanmayanlara, doğruları bilmesine rağmen ihtiras ve egolarının kurbanı olup ipin ucunu onun bunun eline kaptıran, güzel vatanımızın bugün geldiği noktadan onur duymayan içimizdeki ruhsuzlara da yuh olsun.