aksaa25 @ hotmail.com

HİÇ OLMAK…

​Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin? ”

“Hiiiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”

Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş: “Sen kimsin? ”

“Mutasarrıf” demiş adam böbürlene böbürlene.

... “Sonra ne olacaksın? ” diye sormuş Nasreddin Hoca.

“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam...

“Daha sonra? ..” diye üstelemiş Hoca.

“Vezir” demiş adam.

“Daha daha sonra ne olacaksın? ”

“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”

“Peki ondan sonra? ”

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:

“Hiç.”

“Daha niye kabarıyorsun be adam, ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: 'Hiçlik makamında! ”

​Bireysel olarak fark edilmediğini toplumda bi ekibe katılarak oranın birlik gücüyle kendini değerli hissedenlerin, reel hayatta özsaygınlık bulamayanların  haz yaşadığı uğrak kalabalıklardır. İnsanı bu uğurda özveride bulunurken  esasen bir  fedakârlık değil, aksine tahammül edilemez durumundan kurtulmak ve aşırı bir şekilde muhtaç olduğu aidiyet ihtiyacını karşılamasından kaynaklanan bir çıkar ilişkisi olduğu ileri sürülmüştür. “Bireydeki kolektif bir topluluğun üyesi olduğu bilinci yani aidiyet duygusu, doğum ve ölüm arasına sıkışmış bir hayattan kurtulmanın yegane yoludur. Öyle veya böyle ardından  “Küçük insanlar”dan oluşan kitle mensupları “halkın sözde temsilcisi” olduğu zaman ve gücü ele geçirdiği durumlarda bunu nasıl kötüye kullandığını çeşitli  örneklerle gözler önüne serer. Hoffer, kitlenin iktidar gücünü ele geçirince önceki dönemleri aratan kötülüklerinin altındaki temel gerçeğin bilinçaltını şöyle açığa çıkarıyor: “dünyadaki bütün kötülükler, birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendilerinde görmesiyle başlar.”

​Kısır bir hayata ve güvensiz kimliklerin kendi kendine yeterli ve kendine güveni olan kimselerden daha çok itaatkar eğilimli oldukları görülmektedir. Bir kişi, imha edilme durumuna düştüğü vakit kişisel kuvvetine güvenmesi imkansızdır. Onun yegane kudret kaynağı kendi kendisi olmak değil fakat kuvvetli, ihtişamlı ve yıkılmaz bir grubun bir parçası olmaktı. İnsanlar belli bir kanaat açıklarken, ya “inanç”larından, ya “düşünce”lerinden ya da “bilgi”lerinden hareket ederler. Ancak şuda çarpıcı bir detaydır ki; bir güçte pozisyon ve makam ne kadar olanaklıysa rağbette o kadar yoğundur.
Küçük insanların  veya ayak takımının güç arayan ideolojilerinin meskeni haline gelmesi kaçınılmaz olur.  Öyleki; sözde aidiyet duydugu hareketin temel inancına samimiyetsiz sevgi ve teslimiyeti kayıtsız şartsız sunar. Ardından geldiği pozisyondan aşağı bakarak benzeri ihtimamı arar. Mevcut durumun kendisini mutmain etmediği hallerde haz duygusunu farkı davranış kalıplarıyla yaşamaya odaklanır.

Arar durur birşey olmanın hazzını ...

​Bir şey olmak mı hiç olmak mı ?

Dünyanın zenginliklerine kendini vakf etmiş, geldiği makamın adından gurur duyan, üstünlük inancını her davranışıyla ortaya koyan kimse “Bir şey” olduğuna inanan “hiç”tir aslında... Bu kimse ne yaşatır ne de yaşar. Mutsuzluğunu savurur durur gittiği yere. Büyüklük duygusunun yok ettiği sevgi, şefkat merhamete rağmen ilgi çekmek en büyük arzusudur. Malla mülkle, makamla güçle övünür durur. Ruhundaki anarşi sahip olamadıklarına haset pompalar da kendinide yorar  bitirir.

​“Hiç” olmayı benimsemiş insan ise tüm bunların aksine mimardır. Kendini doldurmayı amaçlayan, ruhunu besleyen, benliğini ezendir. Güzel ahlaka, nimet ve güzelliklere kavuştuğu için mutlu olur. İnsan dediğin ruhunu samimiyetle besleyip derinleştirdikçe  olgun ve akıllı olur. Sonsuz kudret sahibinin varlığını bilir, acziyetini hatırlar. Boynunu büker sadece insan olur.  Ve göğsünü kabarta kabarta söyler kendine kim olduğunu: Hiiiçç!

İnsanlar başaklara benzerler, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler.