Kıymetli okurlarım,
Türkiye eskiyi geriye bırakıp, hızla gelişip ve değişen bu yolda hedeflerine ilerleme amacıyla bir dünya ülkesi olma yolunda mücadele ederken içerden ve dışardan engel olmak için yapılan türlü türlü oyunları hepimiz hayretle izliyoruz.
Dışardaki düşmanlığı, hainliği içlerindeki kini, nefreti başörtü düşmanlığını ve dinimize olan öfkeyi anlıyorum lakin, içimizdeki hainleri, başörtü düşmanlığını, dinimize olan nefreti anlamıyorum.
Fikri Sağlar, geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında, "Türbanlı bir hakimin karşısına çıktığım zaman adaleti yerine getireceği konusunda kuşkum var." diyerek içlerindeki nefreti dışa yansıtmıştır.
Bu zihniyete soruyorum?
Biz de başı açık olan hakim, savcı, doktor vs. istemezsek ne olur?
Sizin bu milletin kılığı, kıyafetiyle derdiniz nedir?
Sizin insanların inançlarıyla ve bu inancı yaşamasıyla derdiniz nedir?
Sırf inancı gereği başında örtü olduğu için kararlarını sorguladığınız hakim, bir Hıristiyan olsaydı, bir Yahudi olsaydı düşünceleriniz yine aynı olacak mıydı? Tabiki hayır.
Biliyorsunuz ki Avrupa'da ki resmi kurumlarda bile insanları, inançlarını yansıtan kıyafetlerle görebilirsiniz. Bu faşist, ayrımcı ve ötekileştirici söylemler yıllardır dilinizden düşmeyen laiklik, medeniyet, uygarlık ve Avrupailik söylemlerinizle zıt değil mi?
Yoksa sizin sorununuz sadece İslamla mı?
Bir hakim veya bir memur açık olabilir, kısa etekli olabilir, örtülü olabilir. Önemli olan onun mesleki yetkisidir, mesleki yeterliliğidir. Siz bu medeni bakışa ne zaman sahip olacaksınız?
Sebebi her ne olursa olsun, bizler artık bıktık. Başörtülü görünce ikinci sınıf muamelesi yapmanızdan, bu milletin öz be öz vatandaşlarını aşağılamanızdan bıktık.
Bu kısır tartışmaların kimseye faydası yok. Ülkemiz dünya devletleriyle aynı arenada mücadele verirken, hayallerinde ki bir dünya devleti olmak varken ve istikrarla bu hedefe odaklanırken, bu tarz çirkin ifadelerin ortaya atılması masum görülemez. Niyet ne olursa olsun bunlar karanlık, kirli düşüncelerin dışa yansımasıdır.
Bu saçma sapan açıklamalar gündemden düşmemişti ki; bir başka skandal yine aynı zihniyetten, farklı kişilerden geldi.
Bir programa konuk olan Eski Genel Kurmay Başkanı "Eğer Menderes erken seçim yapsaydı darbe olmazdı." diyerek Erdoğan'a gönderme yaparak; bir yandan yapılan darbenin doğru olmadığını ifade ederek diğer yandan da erken seçim yapmadığı için Sayın Menderes'i suçlayarak darbeyi meşrulaştırıyor.
Yine aynı programda konuşan Gazeteci adı altında ki içimizdeki hainler ise çok daha vahim ve kabul edilemez ifadelerle resmen darbe çağrısında bulunuyorlar.
Densizin sözleri aynen şu şekilde:
"Darbe ihtimalini en az görenlerdenim. Bugünün koşullarında darbe yapabilecek kabiliyet yok. Bana göre darbe yapmak çok zor. Recep Tayyip Erdoğan'ın gitmesi için çok büyük bir halk öfkesinin olması lazım. Büyük bir doğal afet, büyük bir deprem, başka bir doğal felaket… Çok büyük sel, çok büyük yangınlar… Hani Avustralya'yı yakan yangın vardı ya o kadar büyük yangınlar, deprem, çok büyük can kaybına yol açacak sel felaketi gibi… Kendisine oy verenlere ekmek veremeyecek kadar ağır bir ekonomik kriz olursa... Ama en korkutucu olan Türkiye'nin bir askeri başarısızlık elde etmesi."
Bu yetmiyor, üzerine Sayın Erdoğan'a oy veren halkı "Erdoğan'a destek veren cahilleştirilmiş, yoksullaştırılmış halk..." ifadeleriyle aşağılıyor.
Seçim olursa, Erdoğan bir daha asla gitmezmiş. Hani halkçıydınız. Hani milletin iradesine saygı nerde, hani demokratik seçme özgürlüğüne saygı? İşinize gelmediği zaman ne demokrasi kalıyor ne laiklik ne halkçılık.
Yıllardır bu millet, bu darbe çığırtkanlarına cevabını sandıkta vermiştir ve yine verecektir. Ülkemizin en büyük sorunu kendi halkına, milletine, devletine düşman aydın olarak geçinen bu kesimdir.
Muhalif olmak başkadır, maşa olmak başkadır. Yıllardır bir ip dahi üretemeyen, heykelden başka icraati olmayan, sadece kılık kıyafete, insanların inancına, şekline takılan içimizdeki hainler bugüne kadar ayak bağı olmaktan ve oyalamaktan başka hiç bir şey yapamadılar yine de hiçbir zaman başaramayacaklar...